Laktik asitin bacaklarda hissedilmeye başlaması, nabzın koşu boyunca 180 ve üzerinde gezmesi, uzun süredir nefes nefese kalma hali, ayak bileklerinin sürekli aynı hareketi yapmaktan yorulması, bitmeyen iniş ve çıkışlar… Diğer bir tarafta ise hayatının ikinci 10 kilometrelik yolunu bitirme çabası, enfes manzaralı bir yolda geçirilen süre, dedemin büyüdüğü topraklarda, Gelibolu ’da, onun gibi azimli olma tutkusu ve tabii ki asla pes etmeyen şehitlerimizin izinde.
Yukarıdaki paragraf tüm Gelibolu Maratonu’mu özetliyor aslında. Bana her türlü duyguyu ve hissi yaşatan ve “iyi kilerim” arasına katılarak muhteşem bir deneyim sundu. İlk 10K koşum olan Edirne Maratonu’nu anlattığım yazımı okumayanlar buradan ulaşabilir. Edirne yarışı, Temmuz sıcağında her ne kadar zorlu olsa da Gelibolu’ya göre çok daha rahattı. Gelibolu’daki Eylül ayında olmasına rağmen sıcaktan çok daha fazla etkilendim.
Takım
Koşuya bir süre önce aralarına dahil olduğum Kepezspor Atletizm Takımı ile birlikte gittim. Bir hafta önce buluşmalarına katılmış, az buçuk üyeleriyle tanışma şansı bulmuştum. Buluşmada tesadüfen yanı boş olduğu için Necdet abinin yanına oturmuş ve sohbet etme imkanı bulmuştum. 60 Yaşın üzerinde olan ve uzun yıllardır koşan Necdet abi bana tavsiyelerde bulunmuş ve koşu sırasında enerji jeli kullanmanın öneminden bahsetmişti. Bu kısmı unutmayın 🙂
Öncelikle belirtmeliyim ki daha önce de bahsettiğim gibi kendimi iyi gösterme ya da başkalarıyla rekabet etme gibi bir durumum yok. Ben kendi kulvarımda, kendimle, kendime koşuyorum.
Isınma Turları
Vapurdan Kilitbahir Kalesi’ne iniş, eşyaların teslim edilmesi, ısınma hareketleri, grup içerisinde başarı dilekleri vs. derken Necdet abi ile ayakta kısa bir sohbetin ardından onun ısınma koşusuna katıldım. Etkinlik alanının çevresinde hafif tempo koşarak ısınmaya başladık. Ardından start alanına doğru ayaklarımızı çevirdik.
Sıramızı beklerken Eskişehir’den Çanakkale’ye okumaya gelen ve o da 10K koşacak olan Ece ile tanıştık. Tesadüf ki aynı anda başladıktan 1 saat sonra aynı anda bitirecektik. Tıpkı Edirne Maratonu’nda Deniz ile koşmadan hemen önce tanışıp aynı anda bitirmemiz gibi. Garip tesadüfler. (Ayrıca Deniz ve Ece ile de sonradan irtibatı koparmadık ve sosyal medyadan takipleşiyoruz.)
Son 1 dakika kala Necdet abi hemen oradan bir su şişesi alıp içerisine bir miktar enerji içeceği ekleyip, elime tutuşturdu. Bu gizli formül ve yine sonradan vereceği takviyeler sayesinde ben bu yarışı bitirebildim. Kendisi hala azmime vurgu yapsa da o takviyelerin katkısı da elbet var. Necdet abinin de o sırada orada bulunması ve bana destek olması ister bir tesadüf deyin, ister bunu bana yaşatmak için evrenin birlik olması… Sonuçta hiçbir zaman unutamayacağım sihirli bir dokunuştu.
Start!
Yarışa 1912 metre koşacaklar ile aynı anda başladık. Genelde yürümeyi seçen bu grubun içinden koşarak geçerek bir süre sıkıntılı olsa da onların parkuru bitirip biz devam ettiğimizde yavaş yavaş yarışta hissetmeye başladık kendimizi. Gerçi benim için bir yarıştan çok antrenmandı. Necdet abi bana sürekli taktik veriyordu. Bana bas dediğinde hızlanıyor, önümüzdekileri solluyorduk. Böylece birçok kişinin de önüne geçmiş oluyorduk.
Derken bir kaç kilometreyi arkamızda bıraktık ve gözlerim ne kadar ilerlediğimizi görmek için kilometre tabelalarını arıyordu. Nefes nefese kaldığımı gören Necdet abi bana nefes konusunda da bilgiler veriyordu. Ayrıca koşu sırasındaki tüm sohbetimiz tek taraflı oldu. Kendisi benimle konuşurken benim cevap verecek halim olmadığını gördüğü için sen konuşup enerjini harcama diyordu.
5K
Bana 5 kilometre bittiğinde dönüş yolunda enerji jeli vereceğini söyledi. Aslında Necdet abi bu koşuyu diğer takım üyelerine destek olmak için, yanında malzemelerle koşuyordu. Fakat benim zorlandığımı görünce sağolsun koşu başlangıcından bitişine kadar beni yalnız bırakmadı ve sürekli destek oldu.
Derken 5 kilometre tabelası göründü fakat ben bitap haldeydim. Hemen jelden yedim. Aralarda da su alıp vücudama döktüm. O aşırı sıcakta çok iyi geldi. Biraz su, biraz jel, biraz da yolu yarılamış olmanın verdiği azimle dönüşüm gidişimden biraz daha rahat geçti. Aralarda yürüyenleri, benimse hala koştuğumu görmek de birşeyleri yapabildiğimi kendime gösteriyordu. Bu azimle bitiş çizgisine geldik.
Finish!
İşte o finish çizgisinin görüldüğü, madalyanın sana takmak için beklendiği ve artık kendi içinde de büyük bir başarı kazandığın an gelmiş demektir. Koşu sporu öyle birşey ki, sürekli hiç durmadan koştuğunuzu düşünün. Gidiyorsunuz, gidiyorsunuz ve bitmiyor. Sıkılmak bir yana, yorgunluk ve nefessizlik insana her zamanki gibi ben bu işleri yapamayacağım, ne işim var ki burada sorularını düşündürse de sonuçta o madalya boynuma takılınca tüm sorunlar bir anda uçuveriyor.
İşte serüvenimin bu bölümünde de yine süreçteyken sorgulayan ama sonuçta “iyi ki” dediğim bir anıyı da kefeme eklemiş oldum.